Mustafa Kalabalık'ın köşe yazısı

İnsan yetiştirme denince ilk akıla gelen ister istemez eğitimdir. Eğitim denince de, aile, okul ve çevre üçlüsü ele alınır genellikle.

Ama insan yetiştirme konusunda bizim gibi toplumlarda, malesef bu oldukça zorlaşmaktadır.

Kibir, kıskançlık, hasetlik, rakip görme, yetiştirilmesi gereken insan kaynağını kısır bırakmaktadır.

Evet gençlerimizi, genç beyinlerimizi bir yere kadar yetiştiriyor”muş” gibi yapıyoruz.

Belli bir seviyeye kadar gelmelerini ve aralarından “bize(!)” yarayacak kadarı ile beraber(!)liğimize katıyoruz, ancak diğerlerini yok saymaya da devam ediyoruz.

İnsan yetiştirme düzenimiz de bozuk biraz galiba…

Elbette insanın kendi içindeki, hayallerindeki, hedeflerindeki değişimleri, çevreye ve eğitime bağlı değişen çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemleri ve nihayet sosyal çevresinde yaşadıkları ve yaşatılanları, insanın yetişmesini de zorlaştırmaktadır.

Meslek mensubu, iş insanı, iş gücü yetiştirmek adeta öncelikli amaçmış gibi yapıyor, geleceği yaratacak, yeşertecek, yetenekli insanları çoğaltmak için çaba içinde olmuyoruz, olmuyorlar..

İşi ehline, liyakat sahibine vermek yerine, sadakat sahibine vermeyi yeğliyoruz.

Bu da bir anlamda yetiştirilmesi gereken nesillerin köreltilmesine, budanmasına neden oluyor..

Bir sistem, ki düşünme yeteneğini, sorgulamayı, üretmeyi, sorumluluk almayı geliştirmiyorsa, o sistemin insan yetiştirme politikasında büyük hatalar yatıyor, demektir.

Sadece ‘burada demokrasi geçerlidir, istediğini söylersin ama söyleni yaparsın’ mantığı ile yönetim sergileyenlerin olduğu bir sistemde, dinleme, anlama, algılama ve hataları kabul etme yeteneği de gelişmiyor..

Düşünün, yıllarca eğitim ve öğretim görmüş bazı insanlar, bir bakıyorsunuz insan bile öldürebiliyor.

Buradaki ölüm kelimesini, sadece hayatın sonlanması değil, ümitlerinin, gelecekten beklentilerinin sonlanması olarak da düşünebilirsiniz.

‘Sistem, süzgecinden geçirdiği insanlara bazı artılar kazandırmıyorsa, o kişi açısından yaşama anlam vermiyorsa, o kişiye büyük eserler üreterek iz bıraktırmıyorsa, o sistem eksik ve yetersiz demektir.’

Yetki ve sorumluluk sahibi olanlar, kendi hedeflerini toplum için yeterli görüyorsa, iz peşinde olanların önünü tıkıyorsa, başka eserleri olanların eserlerini topluma katmak yerine, yok etmeye çalışıyorsa, yine o sistem eksik ve yetersiz demektir.

Kendi eksikliklerini tamamlamak yerine kamufle etmeye çalışıyorsa, yıllardır oturduğu makamlara namzet isimleri, kendisiyle birlikte götürmüyorsa, gittiği yerde, farklı uzmanlık alanlarına insan yetiştirmiyor, o yoldaki isimlerin önünü açmak yerine tıkıyorsa, yine o sistem eksik ve yetersiz demektir.

Birçok kurum ve kuruluş, bir sebeple hatıra ormanı oluşturma adına, değişik bölgelerde fidanlar dikip, törenler düzenliyorlar.

Merak diyorum!

Birgün, yetiştirdikleri her bir insan adına fidan dikip, “insan ormanı” oluşturacak bir babayiğit çıkacak mı?

Sağlıklı ve temiz bir gelecek, “yeşil çevre”, “ormanlar” oluşturmak için dikilen ve sonucunda aynı zamanda da “odun yetiştirmek” üzere verilen emek kadar,

Bu toplum ve geleceği için vizyon sahibi, liyakat ile büyüyen “insan yetiştirmek” daha mı az önemli?

Sonra da, bu şehir neden hak ettiği hizmeti alamıyor diyoruz!

Beğenenler, memnun olanlar, verilenleri yeterli görenler sayesinde tabii…

Hani demiş ya Sadi Şirazi;

Bilse sorardı.

Bilmez ki sorsun!

Sorsa bilirdi.

Sormaz ki bilsin”