Razi Safarov'un köşe yazısı
Türk mutfağında bir çok lezzetin tamamlayıcısı olan soğan, aroma veren bir sebzeden çok daha büyük bir anlam taşıyor.
Anadolu’nun büyük kısmında, kilerde soğan ve patates varsa bir çok kadın için yemeğin büyük bir safhası tamamlanmış demektir.
Kimi zaman sofralarda göz yaşartan bir sebze olarak anılmasına karşın, hanımların elinin altında olmazsa olmazlardandır.
Bunun sebebi sadece lezzet değildir elbette, yüzyıllardır atalardan bize aktarılan tecrübenin de bir neticesidir.
Çünkü soğan, yalnızca yemeklerin başlangıcı değil, insanlık tarihinin sessiz şifa emanetidir. Onu basit görmek, toprağın derinliklerinden gelen bu gizli eczaneye haksızlık olur. Başlıkta da belirttiğim gibi soğan, katmanlarında sadece lezzet değil, aynı zamanda biyolojik bir eczane taşır.
Soğanın özünde yer alan quercetin, doğanın insana sunduğu en güçlü flavonoidlerden biridir. Bu madde, hücreleri serbest radikallerin yıkımından koruyarak yaşlanmayı yavaşlatır, bağışıklığı güçlendirir ve kronik iltihapla savaşır. Ancak soğan bununla da yetinmez; kaempferol, alliin, allil sülfürler gibi aktif bileşenlerle damarları korur, kan şekerini dengeler, hatta kanser hücrelerinin çoğalmasını yavaşlatan etkiler gösterir. Tüm bu maddeler, doğanın sentetik ilaçlardan çok daha önce keşfettiği gerçek çözümlerdir.
Soğanın kesildiğinde göz yaşartması, aslında onun savunma mekanizmasının bir yansımasıdır. Fakat bu ‘gözyaşı’, kimyasal bir savaşı da başlatır. Kesildiğinde ortaya çıkan propanethial S-oxide maddesi, soğanın içinde saklı olan tıbbi enerjinin açığa çıkma anıdır. Bu madde havaya karışır, sinir uçlarını uyarır ve göz yaşına neden olur. Ancak aynı madde, solunum yollarını açar, mukusu çözer ve ciğerleri rahatlatır. Soğanı sadece yemek için değil, nefes almak için de kullanmak gerekir. Nitekim Anadolu’da soğan bu yüzden yalnızca kesilmez; ovulur, solunur, hatta yastık altına konur.
Halk arasında “doğal antibiyotik” olarak anılan soğan, bu unvanı boşuna almamıştır. Bakteri ve virüslerle savaşan içeriği, soğuk algınlığından tutun da bronşite kadar pek çok solunum yolu hastalığında şifaya dönüşür. Üstelik bu etkileri göstermesi için ne damıtılması, ne kapsüle dönüşmesi gerekir. Çiğ tüketildiğinde mide asidiyle birleşerek, sindirim sistemine koruyucu bir kalkan çeker. Mide duvarını tahriş eden zararlı bakterilere karşı savunma hattı kurar.
Soğanın cilt üzerindeki etkileri de göz ardı edilmemelidir. İçeriğindeki sülfür bileşikleri, ciltteki iltihaplanmaları azaltır, sivilce oluşumunu engeller ve yaraların iyileşmesini hızlandırır. Eski Anadolu hekimleri, ezilmiş soğanı zeytinyağıyla karıştırarak egzama ve mantar tedavisinde kullanmıştır. Bu basit ama etkili karışım, günümüz kozmetik endüstrisinin halen peşinden koştuğu formüllerden biridir.
Soğan tohumu ise bir başka mucizedir. Kara renkli bu minik tohumlar, hormonal dengeyi düzenleyici etkisiyle bilinir. Kadın sağlığında doğurganlığı desteklediği, erkeklerde ise testosteron dengesine katkı sağladığı geleneksel olarak kabul edilir. Yani soğan yalnızca sofrada değil, hayatın döngüsünde de rol sahibidir.
Bugün eczaneler raf raf kimyasal formüllerle dolarken, toprağın bize sunduğu bu yalın ama güçlü bitkiyi küçümsemek akıl karı değildir. Soğan, ne yalnızca bir sebzedir ne de sıradan bir mutfak malzemesi. O, doğanın insan bedenine yazdığı ilk reçetelerden biridir.
O halde bugün bir soğan doğradığınızda, gözyaşınızı saklamayın. Çünkü bu damlalar, şifanın başladığı yerdir.