Fatıma Nur Uçar'ın köşe yazısı

Suriye meseleleri 2011 yılında baş gösterdiğinde henüz 10 yaşında bir çocuktum. Muhacir kelimesini macırdan bilir, muhacirliğin manasını bile bilmezdim. Tek bildiğim bir şey vardı. İlkokul zamanlarımda ilerideki mesleğinizi resmedin dediklerinde kendimi kürsüde çizerdim. Konuşma balonu yapar içine de; "Kahrolsun İsrail!" yazardım.
Diyeceğim şu ki; zalimin karşısında mazlumun yanında büyümüş çocuklardık.

Yavaş yavaş Suriyeli kardeşlerimiz şehirlerimize geldi. Gün geldi taşkınlık çıktı gün geldi seçim propagandası oldular. Onların da içinden zalimi de çıktı alimi de...

Suriye gün geçtikçe kötüye gidiyor gözüyle bakarken kanayan yaramız Filistin'de de zalimin şiddeti gün geçtikçe artıyordu. Bir yandan Suriye diğer yandan Filistin ve soydaşlarımız Doğu Türkistan için... Tüm mazlumlar için birgün kupa boyadık, ertesi gün miting yaptık. Gençleri bir araya toplayarak mazlumun dostluğunu zalimin hasımlığını anlattık. Eleştiren çok oldu.
"Siz bu düzen değişir mi sanıyorsunuz? Boşuna kürek çekmeyin." lafları havalarda uçuştu.

Suriye'den gelen muhacirlerin üniversitelerde eğitim görmesi hep göze geldi. "Neden bizim ülkemizde okuyorlar?" isyanları zaman zaman yükseldi.

Gün geldi Şam fethedildi. O üniversite okuyanlar Suriye'ye bakan atandılar. Hz. Yusuf misali dün sığınmacı dedikleri bugün ülkelerinde bakan oldu.

''Hakk davada zafer muhakkaktır." sözünü iliklerime kadar hissettiğim bir dönem oldu. Filistin'in, Doğu Türkistan'ın ve diğer tüm mazlum coğrafyaların prangalarını birgün kıracağına dair umudum yeşerdi.

Ey Şam, sen devranı döndürdün. Gün geldi devran Şam oldu.
Şen olasın Şam!

"Bir gün Kasyun Dağı'nda acı kahveyi yudumlayıp Şam-ı şerifi seyrederken hey gidi Beşar diyeceğiz, ne dişli domuzdun sen."