HUBBİ HATUN: “HAYAT GÖZLERİMİZE SÜRÜLMÜŞ İKSİRLİ BİR SÜRME GİBİDİR”

Fatma Hale Yıldırım'ın köşe yazısı

Abone Ol

Osmanlılar ’da şiir adeta bir şuurdu ve şiir geleneği oldukça gelişmişti. Erken dönemlerden itibaren şiiri ele aldığımızda çoğunlukla erkek şairlerin ön plana çıktığını görürüz. Ancak Osmanlı toplumunda kadınların da sarayda, haremde ya da farklı sosyal sınıflarda edebiyatla ilgilenmiş olduklarını söylemek mümkündür.

Osmanlı kadın şairlerinin şiirlerinde genellikle aşk, doğa ve tasavvuf, kadınlık, evlilik ve hüzün gibi toplumsal normlarla ilgili temalar öne çıkmıştı. Örneğin 16. Yüzyılda yaşamış olan ve günümüze kadar eser bırakan önemli kadın şairimiz Hubbi Hatun’dan, 18. yüzyılda yaşamış olan divan şiiri geleneğini sürdüren Fazilet Hanım’a, erken dönemlerde edebiyatın gelişim sürecinde adı geçen Beyza, Nedimî ve Zeynep Hanımlar’a kadar İslâm şiirinde adı zikredilen şair kadınlarımızı tanımak önem arz eder.

Bu haftaki yazımızda asıl adı Ayşe olmasına rağmen “çok sevilen ve beğenilen” anlamında Arapça hubba” kelimesinden gelen ve Hubbi mahlasını kullanan Hubbi Hatun’u kaleme almak istedim. Hubbi Hatun Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi’nin torunuydu ve II. Selim döneminde saraydaki nüfuzlu kişilerden oldu. Padişaha yakın olmakla beraber güzelliğiyle de konuşulan da bir kadındı. Bu sebeple çeşitli dedikodulara maruz kalmış buna karşılık ise

“Râsttır reftârımız mânend-i mîl-i tûtiyâ

Biz hezâran dîde-i mahmûra girmiş çıkmışız” beyitleriyle cevap vermişti.

Ona göre dünyaya gelişimiz doğruluk üzerineydi ve hayat gözlerimize sürülmüş iksirli sürme gibiydi. Bu sürme bazen bizi sarhoş etse de yine doğru doğruluğundan vazgeçmeyecekti.

Hubbi Hatun, aşkın her türlü dert ve sıkıntıya şifa olduğunu anlatmaya çalıştı. Özellikle tasavvufî bir bakış açısıyla, Allah’a duyulan aşkın insanın ruhunu iyileştirebileceği düşündü. Şiirlerinde içsel huzura, kendi yolculuğuna değindi.

"Her geçen gün bir başka acı, bir başka aşk izini taşır, Sevgilim her an hatırımda, gönlümde hep senin adın."

Dizeleriyle aşkın insanda derin izler bıraktığını, şairin sevgilisinin fiziksel ve ruhsal olarak da sürekli aklında ve kalbinde yer ettiğini anlatmaya çalıştı.

"Bensiz gönlümde sükûnet, hep aşkın izleriyle, İçimdeki feryat, aşkın derin izlerinden."

Derken, yalnızlık, aşkın bir parçası oluverdi. Yalnızlaştıkça aşkın her yönünü keşfetmeye çalışan bir içsel yolculuğun ifadesiydi aşk. İnsanın iç dünyasındaki feryatlar ve duygusal çalkantılara bağlı olarak huzuru dışarıda değil içeride aramanın önemini vurguladı insanlık için.

Hubbi Hatun'un şairlik yolundaki rolü, sadece edebi anlamda değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet bağlamında da önemliydi. O dönemde kadınlar, genellikle ev içi hayatlarıyla tanınırken, Hubbi Hatun gibi şairler, yazdıklarıyla bu gelenekleri aşmış ve kadınların edebiyat dünyasında birer figür olarak kabul görmelerini sağlamıştı. Kadınların toplumsal hayat içindeki yerini sorgulamayan, aksine, kadınların yaratıcı ve entelektüel alanlarda da var olabileceğini kanıtlayan önemli bir örnekti.