Bazı düşünürler vardır, adını duyunca bile içimiz ürperir.
Kitaplarının ilk satırında beynimize düşen karıncalanma, üçüncü paragrafta yerini “Ben bunu niye okuyorum?” hissine bırakır.
Ama bir durup düşündüğünde fark edersin ki; adamlar çağının çok ötesine konuşmuş.
İşte o düşünürleri aldım, bugünün WhatsApp gruplarına, AVM koridorlarına, dizi sahnelerine yerleştirdim.
Biraz mizah, bolca kuram ve hepsinin gölgesinde bir Türkiye panoraması…
Patates olmuş McLuhan'dan, halayda sınıf analizi yapan Bourdieu’ye kadar hepsi burada.
(Ayrıca teknolojiden faydalanarak düşünürlerin kuramlarını esprili karikatürler haline getirdim... En sona da BONUS bir düşünür koydum...)
KEYİFLİ OKUMALAR...
-------------------------------------
Bir televizyonun karşısına geçtik. Elimizde kumanda, gözümüz ekranda. Aslında biz izlemiyoruz, medya bizi şekillendiriyor. McLuhan yıllar önce "Araç mesajdır" diye bağırmıştı; o gün bugün, haberleri değil, ekranın kendisini izliyoruz. İçeriğin değil, aracın etkisindeyiz. Şimdi bir düşün: Banka reklamları neden hep gülen yüzler, taze çayır ve pastel renklerle dolu? Çünkü sana umut pompalıyor; ekonomi batmış, ama ekran cennet gibi.
McLuhan: Televizyonun karşısında patates olmuş
McLuhan televizyon izlerken bir anda bağırmış:
"MEDYA MESAJDIR!"
Annesi şaşırmış: "Oğlum yine televizyon mu şekillendirdi seni?"
McLuhan diyor ki: “İçerik önemli değil, hangi aracı kullandığın seni değiştirir!”
Not: Medya seni dönüştürür, çünkü araç mesajdır.
-------------------------------------
Televizyon başında sinirlenip kumandayı atan bir başka isim: Noam Chomsky. “Bu propaganda!” diye haykırıyor. Ekranda dönen haberlerin arkasında görünmeyen eller var diyor. Sen sanıyorsun ki bağımsız medya, oysa hepsi sistemin kuklası. Hükûmet politikalarıyla şekillenmiş haber bültenleri, sadece seni değil, ekonomiyi de manipüle ediyor. Emeklilikte yaşa takılmışsın ama ekranda sadece “müjde” haberleri var. Sahi, müjde mi o yoksa mesaj mı?
Chomsky: TV izlerken sinirlenip kumandayı fırlatıyor
Chomsky haberleri izliyor, sonra ayağa kalkıp bağırıyor:
"Bu propaganda! Hepsi sistemin kuklası!"
Annesi: “Oğlum sakin ol”
Chomsky: “Hayır! Medya halkı kontrol etmek için vardır!”
Propaganda modeli patladı!
-------------------------------------
Stuart Hall ise sosyal medya yorumlarına takılmış. “Ben o mesajı öyle çözmedim teyze!” diye çıkışıyor. Kodlama-çözümleme teorisi... Bir bakan açıklama yapıyor, sen başka anlıyorsun, teyzen başka, ekonomi uzmanı bambaşka. Herkes farklı decode ediyor. Ama ne olursa olsun, en sonunda piyasalar sinirleniyor, döviz fırlıyor.
Stuart Hall: “Mesajı ben öyle çözmedim teyze!”
Hall, diziyi izleyen teyzeye sinirlenmiş:
“Ben öyle çözmedim o mesajı, sen yanlış anladın!”
Kodlama – çözümleme teorisi işte bu! Gönderen ne demiş olursa olsun, alıcı kafasına göre anlar.
"Sen kodladın ama ben farklı decode ettim!"
-------------------------------------
Bir başka örnek: WhatsApp grubu... Biri "A Partisi'ne oy vereceğim" diyor, tüm grup susuyor. Elisabeth Noelle-Neumann orada beliriyor: “İşte susturma sarmalı!” Azınlık konuşuyor, çoğunluk baskınmış gibi duruyor. O yüzden seçim sonuçları seni hep şaşırtıyor. O sandık başındaki sessizlik, belki de bastırılmış çoğunluk.
Noelle-Neumann: Sessiz kalan WhatsApp grubu
Gruba mesaj atmış biri:
"Seçimlerde A partisine oy vereceğim."
Herkes sus pus.
Noelle-Neumann olayı görüp diyor ki:
"Bak işte susturma sarmalı!"
Azınlık fikirli kişi konuşur, diğerleri korkudan susar.
-------------------------------------
Pazarda gezen Lazarsfeld, dedikoducu Ayşe Teyze’yi gözlemliyor. Kimse haberi televizyondan almıyor; herkes Ayşe Teyze’ye soruyor. Yani bilgi iki aşamalı geliyor: önce medya, sonra kanaat önderi. Bugün mahallede kim influencer? Mahalle bakkalı mı, YouTube yorumcusu mu? Hangisi daha çok şekillendiriyor seni?
Lazarsfeld: Dedikoducu Ayşe teyze
Lazarsfeld pazarda gezerken şunu fark etmiş:
Kimse haberi televizyondan değil, Ayşe teyzeden öğreniyor.
"Aha!" demiş, "İki aşamalı akış!"
İlk medya söyler, sonra kanaat önderi (Ayşe teyze) dağıtır.
-------------------------------------
Habermas ise bir kahvehanede çayını yudumlarken “İşte bu!” diyor: “Kamusal alan burada!” Herkes konuşuyor, tartışıyor. Ancak bir yandan da herkes aynı diziyi izliyor. Siyasi tartışma, Netflix yorumuyla bölünüyor. İletişimsel akıl belki çalışıyor ama algoritmanın gölgesinde.
Habermas: Kamusal alan kahvehanedir
Habermas, kahvehanede otururken millet siyasi tartışma yapıyor.
Diyor ki:
“İşte bu! Kamu alanı budur! Herkes tartışıyor, fikir üretiyor.”
Bir yandan çay içiliyor, bir yandan fikirler uçuşuyor:
İletişimsel akıl iş başında!
-------------------------------------
Barthes bir karpuz reklamına sinirlenmiş. “Bu karpuz değil, bu doğallık miti!” diyor. Bugün markette gördüğün “organik” etiketli ürünler de Barthes’ın gözünde gösterge. Doğallık değil, pazarlama var orada. Kafandaki doğallık algısı bile kurgulanmış bir göstergeye dönüşüyor. Yani karpuz bile seni kandırıyor.
Barthes: Karpuz reklamından anlam çıkartıyor
Barthes karpuz reklamına bakıyor, sonra bağırıyor:
"Bu karpuz değil, bir gösterge! Bu reklamda doğallık miti var!"
Arkadaşı anlamıyor, o hâlâ reklamdaki karpuzu gerçek sanıyor.
Barthes ise diyor ki:
“Görüntülerin altında yatan kültürel mitleri çöz!”
-------------------------------------
Baudrillard da AVM’ye girince panik atak geçiriyor: “Gerçeklik bitti!” diyor. Çünkü her şey simülasyon. Bugün haber izliyorsun, ama yaşadığın gerçeklikle ilgisi yok. Her şey "mış gibi". Ekonomik veriler açıklandığında hissettiğin enflasyonla TÜİK’in açıkladığı arasındaki uçurum gibi: Simülasyonla yaşıyoruz.
Baudrillard: AVM’de kaybolmuş, gerçeklik bitti
Baudrillard AVM’de dolaşırken bir vitrine bakıyor:
"Gerçeklik yok, her şey simülasyon."
Bir ayakkabıya bakıyor: "Bu ayakkabı değil, hipergerçek!"
Arkadaşı: “Oğlum biz sadece alışveriş yapıyoruz?”
Baudrillard: “Hayır. Bu sistemde gerçeği kaybettik.”
-------------------------------------
Gerbner çocukken haber izlerken korkmuş. “Dünya çok tehlikeliymiş” demiş. Kültivasyon teorisi işte bu. Sürekli şiddet, kriz, savaş izleye izleye, evden çıkmak istemiyorsun. Bu da bir tür kontrol mekanizması: Korku kültürü ile bireyleri yönetmek.
Gerbner: “Anne ben korktum, dünya çok tehlikeliymiş!”
Gerbner küçükken her gün haber izliyor, sonra sokağa çıkmaya korkuyor.
Annesi: “Oğlum abartma!”
Gerbner: “Hayır anne, televizyonda sürekli şiddet vardı. Bu kültivasyon kuramı işte!”
(Çok TV izleyen, dünya çok tehlikeli sanır.)
---
Althusser sınıfta oturmuş, öğretmeni izliyor: “Devlet seni sadece polisle değil, öğretmenle de kontrol eder.” Bugün bunu televizyonda, dizide, hatta sosyal medya algoritmasında görüyoruz. Hangi haberleri daha çok görüyorsun? Hangileri gizleniyor? Kim sana neyi nasıl öğretiyor?
Althusser: Öğretmen anlatırken not alıyor
Althusser sınıfta öğretmeni izliyor, sonra not defterine yazıyor:
“Devlet sadece polisle değil, öğretmenle de kontrol eder.”
Yanındaki öğrenci: “O ne alaka ya?”
Althusser: “Okul bir ideolojik aygıttır!”
-------------------------------------
Tarde bir gün mahallesine bakmış, herkes aynı ceketi giymiş. Taklit salgın gibidir, diyor. Moda değil sadece, siyasi fikirler de böyle yayılıyor. Bir influencer bir partiyi övüyor, diğerleri takip ediyor. Birey bireyden etkileniyor, birey toplum haline geliyor.
Tarde: Mahalleye moda geliyor
Bir mahallede herkes aynı kıyafeti giymeye başlıyor. Tarde diyor ki:
“Birey bireyden etkilenir. Taklit bulaşıcıdır!”
Yani moda da dedikodu gibi yayılır. Toplum bireylerden oluşur, bireyler taklit eder.
---
Lasswell ise küçük bir çocuk gibi bakıyor her şeye: "Kim, ne diyor, kime, hangi araçla, ne etkiyle?" Sahi, biz her gün hangi mesajlara maruz kalıyoruz? Hangi araçlarla? Bu araçlar sadece teknoloji değil, aynı zamanda fikirlerin, inançların taşıyıcısı. Kimin etkisindeyiz? Devletin mi? Sermayenin mi? Algoritmanın mı?
Lasswell: Bakkala soran çocuk
Çocuk bakkala gider:
“Kim ne diyor, kime, hangi araçla, ne etkiyle?”
Bakkal: “Ne diyorsun evladım?”
Lasswell oradan geçerken gülümser:
“Benim iletişim modelimi tekrar ediyor.”
(Kim, ne diyor, hangi kanalla, kime, ne etkiyle)
-------------------------------------
Adorno ve Horkheimer ise son noktayı koyuyor: “ Kültür endüstrisi seni uyuşturur.” Televizyonda her gece aynı diziler, aynı yarışmalar, aynı gündem. Sistem seni sadece bilgilendirmiyor, aynı zamanda eğlenceyle de yönetiyor. “Zihinler kapalı olsun, halk fazla sorgulamasın” diyor.
Adorno & Horkheimer: Televizyon karşısında sinir krizi!
Adorno televizyonu izliyor, “Yine aynı aşk dizisi!” diye sinirleniyor. Horkheimer da bağırıyor: “Kültür endüstrisi yine iş başında!”
İkisi birlikte diyor: “Halk kandırılıyor, kitle kültürüyle uyuşturuluyor!”
Yani diyorlar ki: Eğlence bile seni yönetmek için kullanılıyor.
-------------------------------------
Ve en son Bourdieu, düğünde halay çekenleri izliyor, defterine not düşüyor: “Kapital her yerdedir; kültürel, sosyal, ekonomik...” Düğündeki bile sınıfsal. Takılan altın, giyilen kıyafet, oynanan halay bile sınıfsal sermayeyi temsil eder.
Bourdieu: Düğünde 'kapital' arıyor
Bourdieu düğünde oturmuş, herkes halay çekerken deftere not alıyor:
“Bu adam sosyal sermaye kullanarak geldi, bu kadın kültürel sermayeyle parlıyor.”
Yanındaki dayı diyor: “Oğlum halaya katılsana!”
Bourdieu: “Bu bir habitus! Sınıfsal pratikler buradan doğar!”
-------------------------------------
Evet… Güldük, eğlendik, biraz da “Aa evet ya!” dedik. Ama şimdi bir durup düşünelim.
Bu adamlar bu teorileri 20., 21. yüzyılın başlarında söylediler.
Biz 2025’te hâlâ aynı araçların içinde dönüp duruyoruz. McLuhan "Araç mesajdır" dediğinde televizyon vardı. Şimdi elimizde Instagram, TikTok, YouTube…
Ama hâlâ şekillenen biziz. Hâlâ göstergeye aldanıyoruz Barthes gibi, hâlâ AVM'de kayboluyoruz Baudrillard gibi, hâlâ kültürel sermaye ile düğünde bile yer kapmaya çalışıyoruz Bourdieu gibi.
Düşünürler bize yıllar önce fısıldadı: “Aklını kullan.” Ama biz ekran parlaklığını açarken, kafayı kısmaya devam ettik. Medya değişti, araçlar evrim geçirdi, ama birey yine aynı: Algıların yönettiği, görünmeyeni göremeyen bir medya müptelası.
Bugün haber izlerken, sosyal medyada yorum okurken, reklama tıklarken ya da alışveriş yaparken; arkada sessizce gülümseyen bir düşünür var.
Ve belki de o gülümseme, bir karpuz reklamından bile daha çok şey anlatıyor.
Yıllar geçse de değişen pek bir şey yok, ne dersiniz...
-------------------------------------
BU DA BONUS...
Yazımı buraya kadar okuduysanız tebrik ediyor ve size günümüz düşünürlerinden olan bendenizin bir kuramını paylaşmak istiyorum;
“Beynini ve ruhunu zincirleme. Dert diye bir şey yok. Derdi dert yapan sensin.” (Uğur Ulusoy)
SAĞLIKLI, HUZURLU VE MUTLU GÜNLER DİLEĞİ İLE...